Küresel Gelişmeler ve Türkiye’nin Makro İktisadi Politika Tercihi: Büyüme mi, Fiyat İstikrarı mı?
- PROF. DR. BETÜL GÜR
- 6 Kas 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 15 Kas 2023
Tarih: 06.11.2023
Türkiye dünya ekonomisinin bir parçası olarak küresel gelişmelerden elbette etkilenmektedir. Tıpkı Pandemi döneminde veya Rusya-Ukrayna Savaşı sırasında olduğu gibi. Pandemi sonrası atıl kalan kapasitelerin üretime katılması ve Pandemi döneminde uygulanan genişlemeci para politikasının etkisiyle özellikle 2022’nin başlarında yüksek büyüme oranları yakalamıştır. Düşük faize dayalı genişlemeci para politikası 2022 yılında da sürdürülmüştür.
Fiyat istikrarının ciddi ölçüde bozulması, TÜFE ve ÜFE makasının giderek açılması, hatta enflasyon rakamlarının üç hanelere ulaşması neticesinde Haziran 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yeni bir ekonomi yönetimi oluşturularak başlıca makro iktisadi amacın ekonomik büyümeden ziyade fiyat istikrarı olduğunu açıklanmıştır. Parasal sıkılaşmaya geçilen Haziran ayından itibaren faiz oranları sürekli olarak arttırılmıştır. Böylece TCMB, gösterge faiz oranını Ekim 2023’e gelindiğinde %8,50’den %35’e yükseltmiştir.
Bu parasal sıkılaşmanın yol açabileceği ekonomik yavaşlama 2023 ve 2024 yıl sonu tahminlerinde görülmektedir. 2024 yıl sonu büyüme tahmini %4’e düşürülmüştür. TCMB’nin Temmuz ayında açıklanan III. çeyrek Enflasyon Raporu’nda enflasyonun 2023 yılı sonunda %58, 2024 yılı sonunda %33’e gerilemesi öngörülmüştür. Oysa Mayıs ayında açıklanan II. çeyrek Enflasyon Raporu’nda 2023 yıl sonu enflasyon oranı %35,7, 2024 yıl sonu ise %24,2 olarak öngörülmüştü. Dolayısıyla aradan geçen üç ay içinde ciddi bir enflasyon tahmini düzeltmesi yukarı yönlü olarak yapılmış durumda.
Kasım ayında açıklanan yılın son raporu olan IV. çeyrek raporunda ise TCMB III. çeyrekte yükselttiği oranları daha da yukarı yönlü revize etti. Buna göre TCMB IV. çeyrek raporunda 2023 yılı sonunda enflasyon tahmini %58'den %65'e, 2024 yılı sonunda %33’den %36'ya yükseltildi. Ekim 2023 itibarıyla TÜFE %61,5, ÜFE ise %43,9 olarak açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi Türkiye'de enflasyon oranı hali hazırda oldukça yüksek düzeydedir. Küresel siyasetteki gelişmelerin yanı sıra yurt içinde de bazı gelişmelerin enflasyonu arttırma riski bulunmaktadır. Bu gelişmelerden biri Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlerdir. Seçim ekonomisi sebebiyle uygulanacak harcama yönlü politikalar, Ocak 2024’teki asgari ücret düzenlemeleri, emeklilikte yaşa takılanların emeklilikleriyle birlikte piyasada para arzında artış ve böylece talepteki canlılık 2024 boyunca söz konusu olacaktır. Öte yandan 6 Şubat 2023 depremi sebebiyle 11 ilde yeniden imar çalışmalarının bütçeye getireceği yük ve ayrıca bu imar faaliyetlerinin piyasada yaratacağı talep artışı ve canlılığı da dikkate almak gerekir. Söz konusu imar faaliyetlerinin 46 milyar dolar gibi bir maliyeti olacağı ifade edilmektedir. Bütçenin 2026 yılına kadar her yıl GSYH’nın yaklaşık 7’si oranında açık vermesi beklenmektedir. Dolayısıyla kamu maliyesi açısından bir kırılganlık söz konusu olabilir. Bütün bu iç ve dış gelişmeler büyüme tahminlerinin aşağı, enflasyon tahminlerinin ise yukarı yönlü revize edilmesine yol açmaktadır.
Ekonomi yönetimlerinin önünde iki seçenek vardır. Ekonomik büyüme ve fiyat istikrarı. Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de parasal sıkılaşma politikasına devam ediliyor olması ekonomik durgunluk riskini arttırıyor olmakla beraber, bu riske rağmen henüz dizginlenememiş, üstelik yukarıda bahsedilen iç ve dış gelişmeler sebebiyle yükselmeye inatçı bir şekilde devam eden enflasyonla mücadelenin öncelikli hedef olduğu vurgulanmaktadır.
Fiyat istikrarının sağlanabilmesi için öncelikle pozitif reel faizi düzeyini yakalamak gerekmektedir. Son verilere göre TÜFE ekim ayında %61,5, TCMB politika faiz oranı %35’tir. %26,5 negatif reel faiz söz konusudur. Tasarruf sahipleri tasarruflarını negatif reel faizle bankacılık sisteminde tutmak istemezler. Bu nedenle negatif faiz oranı, bankacılık sisteminde reel sektörün üretim ve yatırım yapması için gerekli yurtiçi tasarrufun oluşmasını engeller. Bu ise, yurtiçi tasarruf yetersizliği karşısında yatırım için gerekli finansmanın, yabancı doğrudan yatırım çekemediğiniz yüksek enflasyonist ortamda, borçlanma yoluyla sağlanmasını zorunlu kılar. Fiyat istikrarsızlığının olduğu, risk pirimi yüksek, kredi notu zayıf ülkelerin ise borçlanma maliyeti yüksektir. Bu borçlanma maliyeti daha sonra bütçede kendisini ağır bir yük olarak gösterir.
Bu nedenle sıkı para politikasıyla fiyat istikrarını sağlamak öncelikli tercih olup, enflasyonist beklentiler kırıldıktan ve belli bir fiyat istikrarı sağlandıktan sonra genişlemeci para politikası ile faiz oranlarında düşme ve ekonomik büyüme sürecine geçilmektedir. Yeni ekonomi yönetimi de bu çerçevedeki kararlığını istikrarlı şekilde vurgulanmaktadır.
Not: Bu yazının bir kısmı İstanbul Ticaret Gazetesi, 06.11.2023, sayfa 9’da yayınlanmıştır.
---------------------
Commenti